‘Biliyorum, bir gün dayanamayacak küçük kalbim’ diyerek 29 yıllık hayatının ardında yazdıklarını bırakıp sessiz bir çığlığa gömülen, ‘dünyaya yaralı’ şair Nilgün Marmara hakkında bilinmeyenler.
Dünyaya Yaralı Şair Nilgün Marmara
Bir bekleme salonu olarak gördüğü dünyada yalnızca 29 sene geçirmiş olan Marmara, gerisinde kahkahasını, imgesini ve cesaretini bıraktı. Umutsuzluğu, yalnızlığı, çölleri içinde bu dünyada, bu hayatta kendisini bir kafeste hisseden ve kendisini imgesinde özgürleştiren, hayatını imgesinde yaşayan şair, 13 Ekim 1987’de ‘hayatın neresinden dönülse kardır’ düşüncesini hayata geçirdi.
KENDİNİ BÜYÜTMEYE ÇALIŞAN NARİN BİR ÇOCUK
Kendini büyütmeye çalışan narin bir çocuktu o. Önce elleri büyüdü, hayatı kavradı; sonra ayakları, sağlam adımlar atmak için ve en son gözleri ki, gördükten sonra birçok şeyi, bir yerlere konumlandıramadığı bedenini yükseklerden bırakabilsin diye…
Nilgün, ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi’nde bitirdi. Okulun ele avuca sığmaz, özgür ruhlu, özgün kızıydı. Dışarıdan baktığınızda onu sıradan bir öğrenci zannedebilirdiniz.
Öylesine fütursuzca arşınlıyordu okul yolunu. Kimse fark etmiyordu ki, zaman ona göre ağır ilerliyor ve bu durum onu boğuyordu.
13 Ekim 1987’de, 29 yaşındayken; kaldığı evin balkonundan atlayarak hayatına son veren Nilgün Marmara’nın hayata veda etmeden önce bıraktığı mektup…
Dünyaya Yaralı Şair Nilgün Marmara Kimdir?
Nilgün Marmara, Balkan göçmeni olan bir ailenin iki kızından biri olarak, 13 Şubat 1958 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Fikri Marmara, muhasebe müdürüydü. Babası, Bulgaristan’ın Plevne şehrinden, annesiyse Vidin’den İstanbul’a göç etmişlerdi. Liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde okudu. Üniversite hayatına İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden başladı ancak siyasi sebeplerle burada devam edemeyip tekrar sınava girdi ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı. 12 Eylül 1980 darbesi Marmara’nın hayatına etki eden dönemlerden oldu. Üniversitenin kırmızı salonundaki edebiyat, şiir tartışmaları sona ermiş; yerini gizli ev toplantılarına bırakmıştı. Bu dönemde şiir yazmaya başladı ama yazdıklarını kimseye göstermedi.
CEMAL SÜREYA’NIN “ÇILGIN ZELDA’SI”
1982’de, arkadaş ortamında tanıştığı endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi. Bir süreliğine kocasının işi nedeniyle Libya’ya taşındılar ve 16 ay Libya’da yaşadılar. Ardından Türkiye’ye döndüler, Kızıltoprak’ta bir ev kurdular. Evleri; Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Küçük İskender, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya gibi ustaların uğrak yeri oldu. Bütün edebiyatçılar, ev toplantılarında bir araya geliyor ve şiir konuşuyorlardı. Pazar günü buluşması ritüeline ise “but partisi” ismini koydular. Fırında tavuk budu yaptıkları için Pazar buluşmalarının adını böyle seçtiler. Usta Şair Cemal Süreya ise Nilgün Marmara‘yı Amerikalı yazar F.Scott Fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı Zelda’ya benzetir ve ona “Çılgın Zelda” derdi.
RUHUNU GÖMEN BİR KADIN ŞAİR
Psikolojisi günden güne kötüleşti. Psikiyatr yollarını aşındırmaya başladı. Teşhisi manik depresyondu. Hepsinin de önerisi ortak oldu; okuma yazmaya ara vermeliydi. Aa, bir de ilaçlar vardı tabii. Şu neden içmesi gerektiğini bir sürü anlamlandıramadığı ilaçlar…
Asla katlanamazdı. Söz dinlemedi. Ne ilaçları kullandı, ne okumaktan, yazmaktan vazgeçti. Sadece daha da yalnızlaştı. Şimdi yeni arkadaşı alkoldü; ona sığındıkça, daha da yalnızlığa gömdü ruhunu.
Teslimiyetine az kalmıştı…
“SÜREKLİ DÜŞÜNMEK FAZLAYDI”
Ve bir gün, tarih 13 Ekim 1987’yi gösteriyordu. Kağan eve geldiğinde, ecza dolabında ne kadar ilaç varsa hepsinin masanın üzerinde olduğunu gördü. İlaçlar yerlere de tane tane dökülmüştü ve takip ettiğinde lavabonun içinde de ilaçlar buldu.
Sürekli düşünmek fazlaydı ve sonunda düşünmekten vazgeçti Nilgün. 13 Ekim 1987’de, henüz 29 yaşındayken, kendini altıncı kattaki evlerinden aşağı bıraktı. Bir çığlık bile atmamıştı…
Sylvia Plath ve Nilgün Marmara
13 Şubat 1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde okuduktan sonra hayatını ve şairliğini şekillendiren Boğaziçi Üniversitesi’ne girdi ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Sylvia Plath ile bunca benzeştirilmesinin en büyük sebebi de “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” isimli, yazıldıktan 20 yıl sonra Dost Körpe tarafından Türkçeleştirilen ve Everest Yayınları tarafından yayımlanan mezuniyet teziydi şüphesiz.
“Hayatın neresinden dönülse kârdır.”
Üniversitedeyken üzerine incelemeler yaptığı müntehir yazar Sylvia Plath’in Nilgün Marmara’nın hayata bakışını ve yaşamını etkilediği söylenir hep. Sylvia Plath, 30 yaşında fırının gazını açarak intihar etmişti, Nilgün Marmara ise 29 yaşında kendini beşinci kattaki evinin penceresinden aşağı bırakarak hayata bile isteye veda etti. Marmara, mezuniyet tezinde şöyle demiş:
“Plath’ın narin, incinebilir ruhani varlığı ve her şeyin sürekli kirlenişinin iç karartıcı bir şekilde farkında oluşu, onu ölüme sürüklemiştir. Kadınların toplumsal bir hastalığın sonucu olan perişanlığının kurbanı olmuştur. Karmaşık düşünce yapısının yol açtığı gerilimin niteliği çözümsüzlük doğururken, yaşamının gerilimi sonsuza akar…
Şiirlerini köşkünün tamiratı sırasında konan tuğlalar, intiharınıysa tam bir başarısızlık olan bu evin tamamen yıkılması olarak görebiliriz…”
Umutsuzlar Merdiveni
Boğaziçi Üniversitesi’nde orta kantinin üstündeki, derslere girmediklerinde tünedikleri merdivenlere Umutsuzlar Merdiveni adını takmış Nilgün Marmara ve arkadaşları. Nilgün Marmara denilince akla ilk gelen isimlerden ve şairin en yakınlarından biri olan Ece Ayhan 1987’de şöyle yazmış:
“Boğaziçi Üniversitesi’nde (ve daha önce Robert Kolej’de, ‘yukarıda’ ) okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir ‘umutsuzlar merdiveni’ vardır; demirdendir. Kim bilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni!
Okul arkadaşları anlatırlar: Nilgün Marmara Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Filolojisi’nde öğrenciyken derslere pek girmez ve garip bir ‘kuş’ olarak basamaklara tünermiş. Acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan ‘o’ ( ya da ‘bir’ ) albatros mu? Denizler kuşu.
Gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte!”
Kurgular, dedikodular ve edebi aşklar
Dediğimiz gibi, ölümünden sonra çok konuşuldu Nilgün Marmara. Şiirleriyle de, ölümüne bir sebep arayanlarca özel hayatıyla da… Manik depresyon teşhisi konulmuştu Marmara’ya, kimine göre sebep buydu. Ama ölümünün ardından yakın olduğu birçok isimle aşk dedikoduları da çıkmıştı tabii; bazıları Nilgün Marmara’nın ölümünden beş sene sonra Kadıköy’deki otel odasından atlayarak intihar eden Kaan İnce’nin, bazısı ise Mina Urgan’ın Nilgün Marmara’dan seneler sonra, 1995’te kimilerine göre intihar olan bir trafik kazasında ölen oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu iddia etti. Yakın arkadaşı ve bir dönem Kızıltoprak’taki o evde yaşan Ece Ayhan da dedikoduların merkezindeydi tabii.
“Şimdi herkesin, o dönemde o eve giden herkesin Nilgün’e ‘aşık’ olduğu söyleniyor, yazılıyor. Efsanenin can alıcı bölümü burası elbette. Ben daha inanılmazını okudum internette, efsaneyi vıcık vıcık bir hale sokmak için ‘komplo teorisi’nin nasıl kurgulanabileceğine o anda inandım. Nilgün’ü kendisi gibi bir ‘müntehir’ olan şair Kaan İnce’yle birbirlerine sevgili yapmışlar ve ikisinin de ölüm nedenlerini birbirine bağlamışlar ve daha… Birisine herkes ‘aşık’ olunca aslında hiç kimse ‘aşık’ sayılmaz. Ve herkesin aşkı ‘açık’ olduğu için de, bu durumda, ancak ‘edebi’ bir aşk sayılır bu. Bence.” diyor Haydar Ergülen.
İntihar eden Nilgün Marmara değil de erkek bir şair olsaydı da etrafındaki ilişkiler bu denli sorgulanır mıydı, şiirlerinden daha çok aşk dedikoduları konuşulur muydu dersiniz? Sanmıyoruz.
Kırmızı Kahverengi Defter
Ölmeden kısa süre önce kocasına verdiği metin ve şiirler, ölümünün ardından “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Annesinin isteğiyle ve arkadaşı Gülseli İnal’ın editörlüğünde, Nilgün Marmara’nın günlükleri de Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlandı. Marmara’nın günlüklerinin yayımlanması da ayrı bir etik tartışması konusu haliyle.
Buket Aşçı’nın yaptığı röportajda şöyle diyor Kağan Önal:
“Nilgün intihar notunda ‘İstersen daktiloya çekilmiş şiirlerimi bastırabilirsin’ demişti. Biz de, ben ve dostları, ölümünden sonra bunları ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ ve ‘Daktiloya Çekilmiş Metinler’ diye iki ayrı kitap olarak Şiir Atı’ndan yayımladık. Sanırım o günlerdi, Nilgün’ün annesi (Perihan Marmara) aradı; ‘Gülseli (İnal) Nilgün’ün günlüklerini bastırmak istiyor’ dedi. Annesinin acısı çok tazeydi. Yani Nilgün’ün her şeyinin yayımlanmasını istiyordu. Ama bu vasiyetine aykırıydı. Ben de ‘Vasiyetinde daktiloya çekilmişleri bastırabilirsin diyor, bu vasiyetine aykırı’ dedim. Bir de bunlar günlüktü yani çok özel şeyler… O yüzden ‘Basmayalım, buna taraftar değilim’ dedim. Ama ikna etmeye çalıştı. ‘Ben yine de doğru bulmuyorum’ dedim.
Bunun üzerine bana ‘İçinde hoşlanmayacağın şeyler mi var?’ dedi. Oysa günlükleri hiç okumamıştım bile… Bu gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. Ama o ısrar edince günlükleri annesine verdim. Keşke fotokopilerini çektirip verseydim. Ama ‘Bir şeyler mi sakladı’ demesinler diye orijinalleri verdim. Annesi de Gülseli İnal’a verdi. Bir süre sonra da kitap Telos Yayınevi’den çıktı.”
Daha fazlası için tıklayınız.
Hazırlayan: Kadir Horzum.