Şakir Paşa Köşkü dizisiyle Şakir Paşa Ailesi’nin hikâyesi, sıradan bir aile öyküsünün ötesine geçerek, tarih sayfalarında unutulmaz bir yer edindi.
Şakir Paşa Ailesi’nin yaklaşık yetmiş beş yıl yaşadıkları Şakir Paşa Köşkü, Adalar Müzesi’nin yeni sergisine konu oluyor.
Küratörlüğünü gazeteci-yazar Adil Bali’nin yaptığı “Öncesi ve Sonrasıyla Büyükada Şakir Paşa Köşkü” başlıklı sergi, Adalar Müzesi’nde kapılarını aralıyor. Sergi, köşkün yapıldığı 19. yüzyılın ikinci yarısından, yanıp kül olduğu 1978 yılına kadar yaklaşık bir asırlık dönemi ele alıyor. Sergide, Şakir Paşa aile arşivinden köşk ve bahçesinde çekilmiş aile fotoğraflarının yanı sıra köşkte kullanılmış ve bugüne kalan çok az sayıda değerli eşya da sergilenecek. 1 Mart Cumartesi günü Adalar Müzesi’nde açılacak sergide; Aliye Berger’in; “Biz Şakir Köşkü’nün çocukları sanki bir ana-babanın değil de bu ahşap Osmanlı Konağı’nın tohumlarıydık.” dediği köşkün tüm detayları, hikayesi ve özel fotoğrafları, Adil Bali’nin küratörlüğünü yaptığı “Öncesi ve Sonrasıyla Büyükada Şakir Paşa Köşkü” sergisi ziyaretçilere açılıyor.
Cevat Şakir, ikinci eşi Hamdiye Hanım ve Adalar’ın efsane başöğretmeni Süleyman Nuri Öz’e odaklanan ikinci bir sergi de aynı alanda açılıyor. “Bodrum-Adalar Hattında Kesişen Hayatlar” başlıklı serginin küratörlüğünü ise yine Adil Bali üstleniyor. Adalar Müzesi Geçici Sergi Salonu’nda 1 Mart Cumartesi günü açılacak olan sergi, altı ay süreyle ziyaret edilebilecek.
Televizyon Dizisiyle Yeniden Gündemde
Tarihe damga vuran aile, son günlerde ise bir televizyon kanalında yayınlanan dizisiyle yeniden gündemde. Peki kimdir bu Şakir Paşa Ailesi?
Şakir Paşa ailesi, Büyükada’ya yerleşen ilk Türk ailesi oldu. Evini su ve elektrik şebekesi bulunmayan bir yerde kurmasına rağmen, bu imkânları kendi çabasıyla oluşturdu. Mehmed Şakir Paşa bilime, kültüre ve resim sanatına olan ilgisiyle tanındı ve kendisini farklı sanat alanlarında geliştirmeye çalıştı.
Balkan Savaşları (1912-13) öncesinde, Ahmed Cevad Paşa’dan miras kalan bütün taşınmazlarını satarak parasını, eşi İsmet Hanım’ın kardeşi Midhat Bey’in önerisi doğrultusunda Selanik’te bir otelin yapımına yatırdı. Savaşta otelin yanması üzerine maddi sıkıntıya düştü. Bu sıkıntılar, büyük oğlu Cevat Şakir ile zaten var olan anlaşmazlıklarına bir yenisini ekledi. 1914 yılında, Afyon’daki çiftliğini denetlemek ve gelirini almak üzere, oğulları Suat ve Cevat Şakir’le beraber Afyon’a gitti. 28 Temmuz 1914’te mahiyeti tam olarak bilinemeyen olaylar neticesinde çiftlikte oğlu Cevat Şakir tarafından tek kurşunla vurularak öldürüldü. Cenazesi İstanbul’a getirildikten sonra Büyükada Müslüman Mezarlığı’na defnedildi.
Cevat Şakir, babasını katletmek suçundan 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İttihat ve Terakki partisinin iktidarı kaybetmesiyle işbaşına gelen Damat Ferid Paşa hükümeti genel af ilan etti; ama henüz cezası kesinleşmeyen Cevat Şakir Bey hapisten çıkamadı. Hapishanede sağlık problemleri yaşayan Cevat Şakir, kendisinin de affedilmesi için Ferid Paşa’ya ithâfen bir mektup kaleme aldı. Uzun süren bürokratik mücadelenin sonunda Sultan Vahdettin Cevat Şakir’in affedilmesini emretti. 7 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.
Şakir Paşa neden Büyükada’ya geldi?
Şakir Paşa ve ailesinin Büyükada’ya bu köşke yerleşmeleri Mehmet Şakir Paşa’nın Sadrazam ağabeyi Cevat Paşa’nın Padişah Abdülhamit’in gözünden düşmesi ile başlıyor.
Şakir Paşa Ailesi, Şakir Paşa Köşkü’nün Bahçesinde
Cevat Paşa sözünü esirgemeyen, şahsiyet sahibi bir devlet adamıdır. Kendisine bir komplo düzenlediğinden kuşkulanan Abdülhamit onu sadrazamlıktan azleder ve Şam’a sürgüne gönderir. Sadrazam Cevat Paşa Şam’da tüberküloz olur. Cevat Paşa’nın akrabaları Abdülhamit’e yalvarırlar İstanbul’a getirilmesi için ancak Abdülhamit hiç oralı olmaz ve bu isteği kabul etmez. Nihayet İstanbul’a koma halinde sedye ile getirilir. Hasta bedeni İstanbul’a geldikten sonra sadece yirmi gün dayanır. Cevat Paşa’nın Teşvikiye Işık Lisesi’nin bulunduğu yerde bir köşkü vardır. Abdülhamit sordurur “Şakir Paşa orada mı oturacak?” diye. Şakir Paşa, “Ağabeyimin ayağının basmadığı bir yerde oturmak isterim” diye cevap gönderir. Şakir Paşa, kardeşinin uğradığı haksızlığı sineye çekemediği için Abdülhamit’in verdiği Teşvikiye’deki konakta oturmayı reddeder. Sultan Abdülhamit’in baskısından kurtulmak için azınlıklardan başka kimsenin ayak basmadığı bir Rum balıkçı köyü olan Büyükada’ya gelir.
1846’da Adalar’a düzenli vapur seferlerinin başlamasıyla Adalar’ın ve Büyükada’nın Rum ve Ermeni nüfusuna varlıklı Türk aileleri, paşalar, beyler, bazı devlet erkanı da dahil olur. Abdülhamit’in şehzadeleri Burhanettin ve Abdülkadir Efendiler, Büyükada’ya gelip köşk yaptırır. Bazıları da Rum ve Ermeni zenginlerinden köşkler satın alırlar. 1908’de Meşrutiyet ilan edilip II. Abdülhamit tahtan indirilince bir çeşit Ada sürgünleri oluşur. Arap İzzet Paşa, Tophane Müşiri Zeki Paşa, Baş hafiye Kadri Bey gibi adaya yerleşenler olur.
Maden Mahallesi Şehbal sokağı başında dönemin ünlü oteli Pascal’ın yer almasından dolayı burası Paskal Mahallesi olarak da biliniyordu. Pascal Oteli, 1900’li yıllarda Büyükada’nın karakol binası olarak da kullanıldı. Sermed Muhtar Alus, İstanbul Ansiklopedisi notlarında “Adada polis molis hiç göze görünmezdi. Eminlik bu kadar olur. İki zaptiye esbak sadrazam Cevad Paşanın biraderi Şakir Paşa köşkünün altında, iki dahası da Nizamda dururlardı. Ufacık bir vak’ayı duyan yok” diye yazar.
Şehbal sokağına girip yokuşu biraz çıkınca sol tarafta Dimitrios Çolas’ın kargir konağının (önce yetimhane sonrasında, Vatikan Büyükelçiliği’ne bağışlandı) hemen hemen karşısında bir girişi olan Yeorgios Rosolatos’un dört dönümlük bahçe içerisinde birçok farklı türden ağaçlarla çevrili görkemli köşkü bulunuyordu. Burası Panayia Manastırı’nın yerine 19. yüzyılda yapılmış ve Rosolato Köşkü olarak da tanınıyordu. Üç katlı ahşap köşkün iki büyük bahçesi, kargir ahırı, yirmi dört odası, bir de motorhanesi, vardı. Şakir Paşa bu köşkü çok beğenir, 1900 yılının hemen başlarında da sahibi Rosolato’dan satın alır.
Mehmet Şakir Paşa ailesini yanına alıp bu köşke yerleşirler. Şakir Paşa ailesinin Büyükada hayatı böyle başlar. Şakir Paşa, siyasi, askeri işlerden elini ayağını çekerek Osmanlı İmparatorluğu tarihini yazmaya başlar.1912 yılından başlayarak beş ciltlik “Yeni Osmanlı Tarihi” eserini bu köşkte tamamlar. Diğer zamanlarda köşkün bir bölümünde kurduğu karanlık odasında evinde ve bahçesinde çektiği aile fotoğraflarını bizzat kendisi banyo eder ve tab eder. Dört dönümü biraz geçen bahçesinde serasında çiçeklerle ilgilenir. Orkideler ve güller yetiştirir. Köşkün elektriğini ve suyunu da kendi üretmeye çalışır ve başarır.
Anlatılanlara göre Şakir Paşa bahçesinden çıkardığı suyu pek kimseyle paylaşmak istemezmiş. Komşuları tarafından bu cimriliği yüzünden de pek sevilmezmiş.
Bu köşkte kimler kalmamış, kimler yaşamamış ki: Mehmet Şakir Paşa, eşi Sara İsmet, Musa Cevat (Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç), Agnesie Kafiera Pallotta(Cevat Şakir’in İtalyan eşi) Mihrinnisa Fatma-tüzzehra (Hakkiye Koral), kızı Füreya (Koral), Nurunnisa Ayşe Sıdıka (Ayşe Erner), Mustafa Suat (Suat Şakir Kabaağaç), Fahrünnisa Emine (Fahrünnisa Zeyd), Hayrünnisa Hatice Aliye (Aliye Berger). Fahrünnisa Zeyd’in ikinci eşi İzzet Melih (Devrim). Çocukları Nejad Devrim ve Şirin Devrim ise yaz aylarında bu köşkte kalırmış. Zamanın ünlü sanatçıları ve devlet adamları da köşkün sık ziyaretçileri arasında yer alırmış.
Askerlik eğitim alıp paşa olmuş, Girit ve Atina’da elçilik yapmış kardeşi Cevat Paşa sadrazam olmuş, hariciye tecrübesi ile çok donanımlı Şakir Paşa, Padişah Abdülhamit ile sorunları ile nedeniyle Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesinin üst düzey kurmayları arasında yer almamış. Onun yerine Büyükada Rosolato Köşkü’nün ihyasına girişmiş, aile üyeleriyle burada inzivaya çekili bir hayatı tercih etmiş.
Rosolato Köşkü Bahçe Kapısı
Büyük oğlu Musa Cevat Şakir, ilkokulu Büyükada’da köşke çok yakın mahalle mektebinde tamamlar. Daha sonra Robert Koleji’nde yatılı okumaya başlar. Cevat Şakir Kabaağaçlı, fırtınalı bir hafta sonu kolejden adadaki köşke gelebilmek için önce Kartal’a gider.
Fırtınalı hava nedeniyle vapurlar çalışmayınca annesi Sera İsmet Hanım oğlunu hafta sonu Büyükada’da görebilmek için her şeyi göze alır. Büyükada’dan karşıya kayık gönderir o şiddetli havada, Cevat Şakir’i Büyükada’ya getirir. Bunun için fırtınalı havada hiçbir kayıkçının gitmek istemediği Kartal’a gidebilmesi için yedi altını gözden çıkarır ve kayıkçılara öder. O dönemde dört aylık teğmen maaşına tekabül eden yedi altını kayıkçılara ödediğini öğrenen Şakir Paşa, İsmet Hanım ile oğlu Cevat Şakir’in önünde çok şiddetli bir tartışmaya girer. Cevat Şakir daha sonra o günü şöyle anlatır:
“O tartışma o kadar şiddetli oldu ki, babamla o gün duygusal bağım koptu.”
1914 yılının yazında oğulları Asım, Cevat ve Suat’la gittiği Afyonkarahisar’da aile çiftliğinde oğlu Musa Cevat Şakir yine girdiği bir başka şiddetli tartışma sırasında babasını odada bulunan bir silahtan çıkan kurşunlarla öldür, on beş yıl ceza alır. Şakir Paşa’nın cenazesi Afyon’dan Büyükada’ya getirilerek Tepeköy’deki Müslüman mezarlığına defnedilir. Şakir Paşa ailesini bu olay perişan eder.
Cevat Şakir babasını neden öldürdü? sorusuna günümüz de bile hala tüm netliğiyle cevap bulunamamıştır. Peki bu trajik olayın ertesi günü köşkte neler yaşanmıştır?
Büyükada’daki köşkte yaşananları Şakir Paşa Ailesi kitabında Fahrelnissa Zeid’in kızı Şirin Devrim şöyle anlatır:
“O uğursuz gecenin sabahında Nisa, annesini yukarıdaki salonun ortasında diz çökmüş, öne arkaya sallanarak “Allah’ım, Allah’ım bana yardım et” diye ağlayıp inlerken gördü. Öbür yanda Ayşe, Cevat’ın fotoğraflarını çerçevelerinden çıkarıyor, bin parça edip üzerinde tepiniyordu. Nisa büyük bir şaşkınlık ve korku içindeydi. Bütün bu garip davranışların anlamı neydi? Ama öğrenmeye fırsat kalmadan, Aliye ile birlikte Üsküdar’da yaşayan halalarının evine yollandılar ve ancak cenaze kalktıktan sonra dönebildiler. Onlara babalarının bir kalp krizi geçirip öldüğü ve bu konu hakkında soru sormamaları söylendi.”
Fahrelnissa Zeid de bu konuda hiçbir zaman konuşmadı. Musa Cevat Şakir de köşk için sonraları “ Büyük ev, büyük cehennem. Ben burada yaşadım. Burada öldüm” diyecekti.
Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesi Lunapark oluyor.
Bu trajik olaya yukarıda adını saydığım, Türkiye’nin sanat dünyasına damgasını vurmuş isimlerin neler ürettiklerine neler yaptıklarına artık değinmeyeceğim. İlgilenenlere Şakir Paşa ailesi hakkında torunlarının yazdığı birçok kitapta ailenin öyküsü var. Aile hakkında ve aileden çıkan sanatçıların başarılarının yer aldığı birçok belgesel video da bulunuyor. Şu sıralarda da televizyon dizisinde bu geniş ailenin yaşadıkları, başına gelen olaylar detaylarıyla anlatılıyor.
Ben size Şakir Paşa ailesinin köşkten ayrılmasından sonra ailenin köşkte kalan izlerinden ve köşkün aileden sonrasından bahsedeyim.
Haldun Güner’in oğlu Haluk Güner Büyükada Lunaprak’ta gokarta binerken.
1960 -1970-1980’li yıllarda Şakir Paşa köşkünün bahçesi ailenin birçok renkli kişisi gibi rengârenk bir Lunapark’a dönüşmüştü. Dönme dolaplı, salıncaklı, komik aynalarıyla eğlendiğimiz bir Lunapark’a. Sanki köşk aile üyeleri evi terk ettiği için çok sıkılmış ve bahçesini her gece insanların geldiği, geç saatlere kadar eğlendiği bir park haline getirmişti. Yaz geceleri Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinin her köşesinden eğlence fışkırıyordu. Işıklar içinde adanın birçok yerini görebilen dönme dolap, atlı karınca, salıncaklar, sinema ve diskotek. Her türlü eğlencenin farklı müziği çalıyordu o geniş bahçe içerisinde. Arkadaşlarıyla, sevgilileriyle eğlenenler, gecenin bir yarısına doğru karanlıkta, ıssız bir köşede ağaçların hemen ardında onları izleyen Şakir Paşa Köşkü’nün önünden geçerek, adanın mis gibi çiçek kokan yolarından dağılarak evlerine gidiyorlardı.
Haldun Güner en önde Ağustos 1967 Lunapark
Daha Fazlası için tıklayın.